21.8.12

ERTUĞRUL GAZİ’NİN TÜRBESİNDE…


SÖĞÜTDEYDİM (II)

Fazlı KÖKSAL



Söğüt’deki son durağımıza, Ertuğrul Gazi Türbesine geldiğimizde türbe kapalıydı… Türbedar birazdan gelir dediler… Biz de Türbenin bahçesindeki, Ertuğrul Gazi’nin ve Osman Gazi’nin yakınları ve silah arkadaşlarının mezarlarını ziyaretle başladık, tarihteki yolculuğumuza… Türbenin bahçesinde; Ertugrul Gazi’nin eşi Hayme Hatun, Osman Bey’in geçici kabri (makamı), Ertuğrul Gazi’nin kardeşi Dündar Bey, oğlu Savcı Bey, silah ve sır arkadaşları olan Akçakoca, Konur Alp, Aykut Alp, Turgut Alp, Samsa Çavuş, Saltuk Alp, Pazarlu Bey, Karamürsel, Abdurrahman Gazi, Aydoğdu Bey, Gündüz Bey, Sarı Batı , Çoban Bey ve Ak Temur Bey’in mezarları bulunuyor… Hepsine ayrı ayrı  Fatiha gönderdim… 


Osman mı ? Ataman mı?

Türbenin bahçesindeki bu gezinti sırasında, bazı kaynaklarda yer alan Osman Gazi’nin gerçek isminin Ataman olduğu, Beyliğin İmparatorluğa dönüşmesi sonrasında yazılan, tarih kitaplarında devlete İslami-Sunni vurgu yapmak amacıyla Ataman Bey’in Osman’a dönüştürüldüğü iddiasını hatırladım. Gerçekten de; Ertuğrul, Savcı, Akça, Konur, Aykut , Turgut , Samsa , Saltuk , Pazarlu , Aydoğdu , Gündüz , Sarı Batı , Çoban  ve Ak Temur gibi katıksız Türkçe isimler arasında “Osman” isminin biraz emanet gibi durduğunu düşündüm.


Kayı beyden Ertuğrul Beye kadarki silsile Müneccimbaşı Derviş Ahmet'in yazdığı Câmiü’d-Devle adlı kitaba dayandırılarak şöyle sıralanıyor;  “Kayı Boyu, Ankara civarında bulunan Karacadağ’a geldikleri sırada reisleri Kayı Alp idi. Daha sonra Çağbalık’a geldiler. Burada Kayı Alp öldü. Yerine Sarkuk Alp geçti. Bu da Kırşehir civarında Karahöyük’de öldü. Bunun yerine Gök Alp geçti. Bu da Şaraphane mevkiinde öldü. Bunun yerine Gündüz Alp geçerek Kayıları uç taraflarına yerleştirdi. Bu da Söğüt civarında öldü. Yerine oğlu Ertuğrul kabilesinin reisi oldu” Bu isimlerin tamamı da Türkçe isimler.Bu isim silsilesi yanında,  Ertuğrul Bey’in diğer iki çocuğunun isimlerinin de Savcı (Saru Batu) ve Gündüz Alp olduğu, Osman Gazinin Erkek Çocuklarının isimlerinin; Orhan Bey, Pazarlı Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Alaeddin Bey, Melik Bey ve Savcı Bey olduğu dikkate alındığı zaman  Osman Bey’in gerçek isminin Ataman olma ihtimali yabana atılacak bir iddiaya benzemiyor.

Osman Bey’in asıl İsminin Ataman olduğunu ileri sürenler bunu  Bizansa kaynaklarına dayandırırlar,   Bizans kaynaklarında Osman Bey’in isminin Ataman olarak geçtiğini belirtirler. Ve tüm batı kaynaklarında Ottoman kelimesini kullanmasını da iddialarına dayanak yaparlar. 

Konu, kuşkusuz tarihçilerin işidir. Ben yalnızca Ertuğrul Gazi türbesinin bahçesinde dolaşırken, aklımdan geçirdiklerimi, hissettiklerimi  sizlerle paylaşmak istedim….

Sırası gelmişken ifade edeyim; Türk Devletlerinde, Hakanlar, Sultanlar başta olmak üzere yönetici sınıfın isimleri ile devletin yükselişi ve çöküşü arasında bir ilişki kurmanın mümkün olduğuna inanırım. Bu konuyu “Adımız Kimliğimizdir” başlıklı yazımda geniş bir şekilde değerlendirmiştim. (1) O yazımda şöyle demişim; “Osmanlı Devletinin ilk Padişahlarının isimleri de ya Türkçe (Ertuğrul,Ataman (?), Orhan) Ya da Arapça kökenli olmakla birlikte, halkın benimsediği ve Türkçeleştirdiği (Osman (?), Mehmet, Murat) isimlerdir… Kullandıkları lakaplar da (Yıldırım, Yavuz, Çelebi) Türkçedir… Osmanlı İmparatorluğu gerilemeye başladıkça Sultanların isimleri ağdalı Arapça kelimelere dönüşür, Abdülhamit, Abdülaziz, Abdülmecit, Vahideddin….


Türbedeki Kurşun İzleri

Nihayet türbedar türbeyi açtı… İçeri girdik… Türbenin ortasında Ertuğrul Gazinin Sandukası. Sandukanın başında  Türk Bayrağı ve Kayı Boyunun flaması…  Sandukanın yan tarafında tarihte kurulmuş Türk Devletlerinin bayrakları…

Ertuğrul Gazi’nin ruhuna okuduktan sonra Türbeyi incelemeye başladık. Türbenin pencerelerindeki demir kepenklerdeki delikler dikkatimizi çekti. Bize mihmandarlık eden arkadaşım Yahya Nabioğlu bu deliklerin, Söğüt’ün işgali sırasında Yunan Askerlerinin Türbeye ateş ettiklerini ve bu deliklerin O günlerden kalan kurşun delikleri olduğunu söyledi. 

Pencerenin kenarında küçük pirinç levhada da;  “Pencere kepenklerindeki bu delikler 1921’de Söğüt’ü İşgal eden Yunanlıların mezara sıktıkları kurşun izleridir.” İfadesi yer alıyordu.


Yunan Ordusu’nun Bursa’yı işgali sırasında da Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbelerini yağmaladığını, türbeleri harabeye çevirdiğini  ve bu kahredici olaylar üzerine Mehmet Akif’in meşhur Bülbül şiirini yazdığını hatırladım.

-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
O zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Mehmet Akif’ten- Nuray Bezirgan’a

Ülkemizin bir bölümünün işgalinden duyduğu elem , Osmanlı İmparatorluğunun kurucuların kabirlerinin saldırıya uğramasının üzüntüsü  Mehmet Akif’in , Türk Edebiyatının en güzel şiirlerinden birini “BÜLBÜL”ü kaleme almasına neden oluyordu. 

Ama ne ilginçtir, Akif’in bu şiiri yazmasından 90 yıl sonra, İslamı referans aldığını iddia eden bir genç kızımız (Nuray Bezirgan) bir televizyon programında;  Atatürk'ü sevmiyorum! İngilizler olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı”  diyebiliyor.

Nuray, Ertuğrul Gazi Türbesini gezseydi, “Türklük ve Atatürk Düşmanı” sahte hocaların kitaplarını değil de, gerçek mümin,  Akif’in şiirlerini okusaydı bu sözleri söyleyebilir miydi?  Emperyalizmin “Tek dişi kalmış bir canavar” olduğunu idrak etseydi, ülkenin İngiliz yönetiminde olmasını Cumhuriyete tercih edebilir miydi? Ezanların susmamasını, susan ezanların yeniden okunmaya başlanmasını Atatürk’e borçlu olduğunu bilse, bu kızımız “Şarkın bu vefasız kansız evladı” tanımlamasına uygun bir zillete düşer miydi?

Ülkemizde milyonlarca “Nuray” olmasından, onların beynini yıkayanlar kadar, onlara Tarih bilincini aşılayamayan öğretmenlerinin, tarihi kronolojiden ibaret sıradan bir ders olarak gören eğitim sisteminin ,  milli duygudan uzak yöneticilerin, kısacası devletin ve devletin hatalarına tepki gösteremeyen  biz kuru kalabalıkların suçu yok mudur?

Milli Mücadele yıllarında yalnızca Kuvayı Milliyeciler ile müstevliler savaşmadı. Bir başka savaş da Mehmet Akif’lerin, Rıfat Börekçi’lerin temsil ettiği “Milli-Anti Emperyalist” İslam anlayışı ile Sait Molla’ların, Şeyh Sait’lerin temsil ettiği “Gayri Milli- Emperyalist Uşağı” İslam (!) anlayışı  arasındaydı.  O yıllarda savaşı  Mehmet Akif’lerin temsil ettiği anlayış kazanmıştı. Nasıl oldu da, 90 yıl sonra “Müslümanım” diyenlerin büyük çoğunluğu  Sait Mollalarının Şeyh Sait’lerin temsil ettiği cenahın görüşünden yana tavır kor hale geldiler. Bunun nedenleri üzerine, herkes düşünmelidir.

No comments: